kan beyaz bir sanrıdır artık
çöken ense köküme…
Bu aksak çırpınışlarla
bu azgın, bu ağzı köpük köpük…
Çolak, çapraşık aynasızlığıyla gecenin
kara, dar bir gençlik boyu gittik hüznü.
Koynumun dilsizliği yetsindi, diyen
o eski yangın
ismi yellere karışmış bir kan beyaz sancıdır artık!
Kudurtan sükutu,
yoklanabilecek her yanı yoklatan
bin türlü gözsüzlükle
kaybolmak ısrarından anılarda.
Ben
değil miydim o sofranın artığı?
Hiçbir tarafına sinemeyen hayatın,
hiçbir yanına yanaşamayan aşktan başka…
Sen
benim ellerimdin ey,
Göğsüm seninle diriydi!
Seninle ben
bir kadının ayakları değince aya
rahmine kainatın, düşmedik mi?
Bunları, bütün bunları bilip dururken
-aç köpekler gibi-
kapını çalmak fikri gene de içimi ürpertiyor.
Bendedir alnının o cesur düzlüklerinde hapsolmak istenci ezelden,
kirpiklerini kıstırdığın andadır ebediyyet
ve ben bendesiyim bende olmamanın
ama önce…
YAŞAMAK İSTİYORUM!
O zaman belki bu TAN saçlı zehir
iyice işler kanıma.
Ciğerimi bilirim,
dilimi kefenler durmadan.
Uzatır çekip çocukluğumu
altına işeyen bir adamın
gece yarılarından.
Öyle geç ki…
Anlıyorum,
kan beyaz bir sanrıdır artık
çöken ense köküme.
Yoksa ben
hastane koridorlarını nerden bileyim,
bebek cesetlerini?