PUZZLE’IN EKSİK PARÇASI – Emine GİZDAŞ
Bir sabah uyandım. Yine içimde bir şeylerin yerli yerinde olmadığı hissiyle bir türlü bulamıyordum puzzle’ın o silik ve tek bir renkten ibaret parçasını. Aslında çok ama çok sabahlar uyanmıştım böyle sorgulaya sorgulaya. Şimdi birden bunu fark ettim. Bu yaşıma kadar keşifteydim. Neyin keşfinde olduğumu bilmeden… Onu, şunu, bunu, düzeni, düzensizliği, siyaseti. Kendimi anlarsam sanki bütün insanları da anlayacaktım… Ama bir türlü titreşimler frekanslar, dalga boyları, iyilikler, bakış açıları, davranışlar birbiriyle örtüşmüyordu.
İyiliklerimiz bile farklıydı. Ben iyiliği genelde birinin yarasına merhem olmak bundan huzur duymak ve aldığım bu hazla ve hızla bir sonraki iyilik denizimde kulaç atıyorken bir başkası iyiliğine karşı iyilik bekliyordu. Bir diğeri isteyene veriyordu iyiliğini. Bir başkası ise yürüyüp gidiyor içi de hiç titremiyordu. Hangisi doğru hangisi yanlıştı? Mümkün olduğunca empati ve anlayış içindeydim. Farklı görüş ve davranışlara ancak üstünü örtmek görünmez kılmak ve umursamamak bana göre de değildi. İlla dibe gidip en düzgün inciyi bulma telaşım olacaktı yaşamda yıllar yılları kovalarken. Birçok öğretinin prensibin ve kişisel gelişim ekollerinin içinde buluyordum kendimi. Hep yarı yolda bir donma bir keyifsizlik yaşayıp “Yok bundan tat almadım ” deyip bir sürü bahaneyle kopup duruyordum her birinden. Biraz ondan biraz bundan derken kırıntı bilgileri atıyordum heybeme. Yoğun bir iş hayatım da vardı bu arada. Şöyle bir saat dahi kendimle baş başa kalıp derin bir iç yolculuk da yapamıyordum.
Bu arada sorular sorgulamalar hız kesmeden mantar gibi bitiyordu. Ortamım, stresi yoğun karşıt enerjilerin birbiriyle çatıştığı bir alandaydı.
Birçok insanın egosantrik olduğunu görüyordum fakat bu davranışları çok içgüdüsel çok anlamsız buluyordum. Neden, Niye ve Niçin? Kişisel gelişim öğretilerinin birçoğu insanları ben merkezci birbirinden kopuk birbirine bağlantısız yarışçı acımasız ve maalesef öz odaklı yapmıştı. Aşırı hırs mı? özgüven mi? yoksa saygısızlık ve kabalık mıydı yaptıkları acaba? Farkını bilmeden, ayrıştıramadan ikilemlerde devinip, duruyorlardı. Ve duygular kesinlikle anlam bulmuyordu. Ne onlarınki bende ne de benimkiler onlarda. Herkes çorbanın içinde farklı bir taneydi. Adına çorba dediğim bu toplum çok lezzetsizdi. Uyum, harmoni, senkronizasyon birlikte duyum ve birlikte yaratım zorlamayla yürüyordu. Bu böyle uzun yıllar devam etti, durdu..
Bir sabah “Ferrarisini Satan Bilge” olarak uyandım. Hani Robin Sharma’nın meşhur romanındaki Julian Manile gibi. Onun kadar ünlü ve zengin olmasam da dişlerimle tırnaklarımla oldurduğum, kendi eserim olan bir eğitim kurumum vardı ve bu benim sınırlarımın uç noktasındaki ustalık yapıtımdı. O bir çocuktu ve onu ben doğurmuştum. Güzel de büyüyordu ama maalesef bu çocuk artık çok sevimsiz huysuz bir enerji vampirine dönüşmüş beni hasta ediyordu. Çarkın içinde uyumsuz dişli gerçekten BEN miydim? Ben mi Karakoyun olmuştum? Çünkü onlar sayıca çoktu.
Julian Manile ile ikinci ortak noktamız sanırım kalbimiz oldu. Ben de bir spazm geçirip anjiyo oluvermiştim çoktan.
İşte o sabah bir aydınlanma yaşadım. Bırakacaktım. Günlerce bu konuyu ölçüp, biçtim. Ailemin geçireceği durumları hesapladım. Ama daha fazla devam edersem her kafadan ayrı bir ses çıkan bu çarkın dişleri arasında öğütülecek ziyan olacaktım. Lafın gelişi gibi olmadı. Haftalar ayları kovalamadı ve ben köklü iki karar alıverdim: İlki medeni halimi değiştirmek diğeri yıl sonunu bekleyip işi devretmek
Uzun zaman aldı yeni hayata ve yeni koşullara uyum sağlamak. Bazen bu kadar ince fikirliliğime kızdım bazen oldu belanı mı aradın? Gün geldi tepeden düzlüğe mi indin dedim. Sen de diğerleri gibi gelip sessizce gidecekken? Bir türlü lezzetine varamadın önüne konulanların bir türlü beğendiremediler sana kendilerini bazıları sen sanki mükemmeldin de falan da filan da arkana dönüp bakmadan en kalabalık olman gereken zaman ve yaşta oturup yekliği seçtin gibi bir sürü iç manipülasyon yaptım bu süreçte. Hiç de acımadan kendime. Yıllar yılları kovaladı. Uzun süre sessiz kaldım. Dinlenmek… Dinlenmek tek istediğim buydu. Hücre çekirdeklerimde biriken o zehirli tortuları atmak o içleri boşalmış mitokondrileri yeniden şarj etmek acelesiz bir akışa kendimi bırakmak ve ruhumu dinlemek. Belki varsa kaderde aynı düşünen aynı bakan aynı hisseden aynı kaynaktan beslenen bir de ruhsal yoldaş ama bu önceliğim değildi. İnsan tek olmadığına, bir yerlerde kendisi gibilerin var olduğuna inanır ve hep bekler.
Aynaya bakıp kendisini görmek ister. Derine dalmış insan daima kendisini yansıtan bir aynası olsun ister .
Arada aynalar çıkar gibi olur ama nedense çatlayıp kırılır ve bu da yetmiyormuş gibi bir de bir süre buna üzülürsünüz. Yetmiyormuş gibi bir de yaralı ruhunuzdan minik ruh parçaları kaptırırsınız karşıya. Niye öyle oldu niye böyle yaptım, yaptı? Off gel de tedavi et şimdi o parçaların koptuğu yerleri. Şimdilerde ilginç bir öğretiyi deneyimliyorum. Birden karşıma çıkan ve kısa bir süre içinde bu ruhsal öğretiyi öğrenebilmem için beni bu öğretinin bir eğitmenini bulma arayışına iten bir teknik. Ustamı buldum, çıraklığı kabul ettim ve buluştuk bu korona kısıtlamalarında. Dolu dolu 3 gün eğitim, öğretim ve meditatif uygulamalar sonucunda 27 Martta uluslararası temel “Theta Healing” uygulayıcısı sertifikamı aldım. Yol şaşırtıcı yol gizemli yol bilinçaltını ehlileştirmekle ilgili. Bu yol beni mutlu ve huzurlu hissettirdi. Her şeyin yaratıcısıyla bağlantılı duru dualitenin olmadığı şifalı şefkat ışıklarında yunmuş-yıkanmış hissiyatı, her bir olaya her bir insana ve yaşantıya önyargısız bakabilmeyi daha derinden deneyimliyorum şimdilerde. Vianna Stibal ThetaHealing@ tekniğini bulan, dünya çapında bu tekniği öğreten Theta Healing “THInK”in kurucusu ve gelişmesindeki öncüsüdür.
Yakalanmış olduğu kanser hastalığını tedavi ederek, iyileştiğine şahit olduktan sonra, kendini bu meditasyon yöntemine adayarak, bugün “Theta Healing” (Theta şifası) olarak bilinen tekniğini sıradan insanların bile uygulayabileceği yöntemlerle insanların evirilmesine, aydınlanmasına ve en önemlisi kendi iç gerçekleriyle kendilerini yüzleştirip kendi hayatlarını yeniden oluşturabilme potansiyelleriyle buluşturması açısından dünyada saygın ve önemli bir yer edinmiştir.
Tüm dünyada seminerler vererek ırk, din, dil gözetmeksizin tüm insanların şifalanmasına, aydınlanmasına yardımcı olmayı amaç edinmiştir.
Theta beyin dalgasındayken yapılan bu meditasyon tekniği ile bilinçaltı temizliği yapılır. Atalardan bizlere aktarılan travma, şok, kayıp, acı ve bunlara benzer birçok olumsuz aktarıların bilinçaltımızda biriktirildiğini artık biliyoruz. Bu öğretide ” Kişiye hizmet etmeyen bu olumsuz duygular bilinçaltından arındırılıp onların yerine pozitif olumlamalar yüklenir.” Kişinin bu travmatik kayıt etkilerinin pozitife dönüştürülmesi ile birlikte kişinin algısal ve sezgisel olarak düşünce ve düşünme şekli değişir.
Yola henüz çıkıldı. Yol bana “Yürü” der. Yol uzun lakin bir o kadar huzurlu.
Yolum ve yolunuz açık olsun.
Hepimiz evrensel iyileşmelere aç ve susuzuz. Hepimiz kollektif bilinci deneyimlemek ve sevgi temelli bir yaşam istiyoruz. Hepimiz kıyılara vuran deniz yıldızlarıyız. Bir tanemiz bile herhangi bir tanemiz sayesinde kurtulabilse toplumsal farkındalık, toplumsal iyilik hali toplumsal bilinç yükselecektir.
Neşet Ertaş’ın da dediği gibi “Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez.”