Başıma Aklım Geldi – ZEYNEP PINARBAŞI
Klozetin üzerinde bacaklarını topladı. Kafasını iki elinin arasına aldı, alnını dizlerine dayadı. İnceden döktüğü gözyaşları burnundan sızan sümüğe karıştı. On bir yıllık yaşamında ölüme hiç bu kadar yakın olmamıştı. Yaşadığı her güne üçer günlük acılar sığdıran bu kızıl kız şimdiden yaşamının yarısını yaşamış kadar yorgundu.
Sabaha doğru kendini kilitlediği banyoda sızdı. Bir ölü ağırlığında uyuyan abisi yokluğunu anlamadı. Tüm çalışanlar dükkâna doluştuğunda onun hala uyuduğunu zannedip panikleyip, patrondan yiyeceği azarı düşünerek telaşla kızın kaldığı odanın kapısına dayandı. Yatağındaki kanların izi odadan geçilen banyoda son buluyordu. Hışımla sarıldığı banyo kapısının kolu elinde kalınca var gücüyle yüklendi. Kapıya kafasını çarpınca kendini tepen kapı yere yığılmasına sebep oldu. Dışardan gelen gümbürtüye uyanıp yeniden yerde duran kan lekelerini gören kız, çığlıklar atarak ağlamaya başladı.
Kızı çıkmaya ikna edemeyen dükkân çalışanları kapıyı kırma kararı aldı. Banyodan “Şennur Abla gelirse açarım” diye ince bir ses yükseldi. Şennur öğleden önce gelmezdi. Her sabah erkenden dükkâna gelen patron, bugün kızının aniden yaşadığı rahatsızlıktan dolayı geç kalacaktı. Bu durum patron için acı, çalışanlar için şükür sebebiydi. Telaşla Şennur’u arayan kalfa durumun aciliyetini belirtirken bin bir ricayla kadını gelmeye ikna etmeye çalıştı. Kızıl kızın anlatmayı beceremediği yattığı yerdeki kanı, yerlere damlayan kırmızı lekeleri anlatmaları bile kadının içinde küçük bir oynamaya sebep olmadı.
“Canım küçücük çocuk, intihar edecek hali yok ya. Bir yerini kesip korkmuştur.”
“Abla ya kötü bir şey geldiyse başına. Patron gelmeden gelsen.”
“Geçen tırnağını dibinden kesince bile ağladı. Korkak çocuk. Gelemem.”
“Abla kapıyı kıracağız.”
“Kırın. Bana ne!”
Kalfa son sözlerini telefonu kapadıktan sonra ahizeden duyduğu sinyal sesine söylendi.
“Gün geçtikçe acımasız bir kaltağa dönüşüyorsun.” Hırsla ahizeyi yapıştırdı.
Şengül önce aldırış etmese de sonra patronla arası bozulmasın diye söylenerek hazırlandı ve iş yerine doğru yola koyuldu. Hışımla dükkâna girip Kızıl Kız’ın odasına ilerledi. Aslında gece kızın kaldığı yer bir kuaför dükkanının ağda odasıydı. Tüm kadın meselelerinin dedikodu kutusu.
“Aç kız kapıyı”
“Ben ölüyorum.”
“Ölmüyorsun. Keşke gebersen kurtulurdum.”
Şengül kızın yaptığı naza daha çok kızıp küfürler ederek kapıya dayandı. Korkuyla kapıyı açan kız Şengül’ün söylediklerini duymadı. Kendini duymadığını anlayan kadın, kızı hafifçe sarstı.
Odanın dışında merakla bekleyenler bir anda dükkânın kalabalığı içinde olanları unutmuş, oradan oraya koşturup müşterileri memnun etmeye çalıştı. Bir tek gözlerinin içinden yanardağı lavları akan, kalbinin içinde fırtınalar kopan, kafasında baykuşlar öten kızın abisiydi. Şengül, Kızıl Kız’ı hırsla soyup yıkamaya koyuldu. Kız annesini düşündü, bir sis bulutuydu. Teninde gezinen rüzgâr annesinin elleriydi. Suya değen teni, annesinin dilinden dökülen sevgi sözcükleri, onu düşündükçe neler olduğunu kavramaya çalıştı. Gülümsedi. Annesine bir teşekkür öpücüğü vermek istedi.
“Rahat dur salak, senle mi uğraşacağım tüm gün”. Şengül hırsla haykırdı.
Kızı hışımla bir havluya sarıp abisine seslendi.
“Kardeşine temiz kıyafet getir. Kanlı eşyaları yıka ve banyoyu temizle.”
Sırayla sayılan emirlere kafa sallayarak cevap veren çocuk, kadının gözlerine bakınca içinden akan gözyaşlarını ona göstermişti.
“Korkma lan. Kardeşin genç kız oldu.” İçinden iyilik tılsımı geçen Şengül oğlana acımıştı. Kızı görünce yeniden hırslandı.
“Gerçi kork be, boku yedi. Her ay aynı terane! Pisliği ayrı, ağrısı ayrı…”
Olan biteni anında kavrayan delikanlı koşarak markete gitti. Alması gerekeni biliyordu.
Birden ağda tenceresini gören Şengül, İsrafil’in sura üflemesi gibi kıyamet çağrısı sesiyle bağırmaya başladı.
“Allah’ın belası çocuk ağdayı pişirmedin mi?”
“Abla bağırma! Çocuk korkmuş zaten gece.”
“Ne o sanırsın bıçakladılar, ayı saldırdı, dayak yedi. Kıçı kırık kan parçası”
“Neyse ne, azıcık konuşsan sabiyle ölür müsün?”
“Ölürüm.”
“Bunları anlatıp öğretecek kimsesi yok. İnsaf et. Şu dükkâna sığınmış iki kardeş.”
“Öf uzattın, çık dışarı.”
Kalfanın söylenmesiyle irkilen kız korkarak Şengül’ün yanına geldi. Birileri bu durumu açıklayacaktı. “Keşke Şengül olmasaydı diye içinden geçirdi.” Tüm masumluğu, bilmezliğiyle yatağın üstüne oturdu. Bir şeyler değişecekti. Kan kaybetmişti. Güçlenmeliydi. Şengül’e kafa tutmaya karar verdi.
Olduğu yerden sertçe kalktı. Sanki her adımında bir taş kırıyordu. Aslında altında yanan güçlü bir lav kazanı vardı. Üstünde yıkılmaya yüz tutmuş kayalar vardı ve onların üstünden atlayarak, peşinden gelen yırtıcı kuşları o lavlara atarak gidiyordu. Şennur’un karşısına dikildiğinde elinde kılıcı tam kalbine saplayacakken yüzüne yediği tokat ve ardına patlayan kahkahayla kendine geldi. Şennur’un ince meyve bıçağının demirine benzeyen tırnakları yüzünü çizmiş, koca avuçları suratında kırmızı bir damga bırakmıştı.
“Aklın başına geldi mi kız?”