ÇOCUKLARI HAYATA KAÇIRMAK – ZEYNEP PINARBAŞI
“Kimsenin bilmediği bir şehirde, insanların yaşamaktan bıktığı, kadınların erkeklere isyan bayraklarını çektiği bir dönemde kendi halinde sessiz, sakin, güzel mi güzel genç bir kadın yaşarmış. Bu kadın, aslında bu çocuk daha on üçünü sürmeden memeleri baş verir vermez kocaya everilmiş. Narin bedeni; titreyen etleri, sessiz dudakları günler boyunca iri bedenli, kılları yorgan misali, dişleri çürük, sırtı bir et tahtası, elleri sahtiyan gibi bir adamın koynunda büyümeye başlamış. Aslında söylenmese de biz gördük diyenlerden o şehrin burası olduğunu biliriz.
Dedik ya hikâyenin başında erkeklere isyan bayrakları açan kadınlar; işte bu koca adamın karısı, ailenin diğer erkeklerinin karıları gibi bir gün ortadan kaybolmuş, kadınsız bu erkeklerin en büyüğüne bu kız çocuğu layık olmuş, bu eve gelin edilmiş.
Var zaman yok zaman, bu kızın bedenine peydahlanan çocuk perisi karnına bir oğlan konduruvermiş. Biri koca, dört erin yanına bir masum bebe eklenmiş.
Çok sürmemiş, bu gelinin eri bir av esnasında yabana gelecek kurşunla son nefesini vermiş. Kimileri der ki en büyük kardeş geline göz koydu abisini vurdu. Kimileri der ki gelinin gözü en küçükteydi adamı şeytanlıklarıyla yoldan çıkardı katil etti, kimileri de der ki ortancanın başına vuran kadınsızlık onu deli etti, diğer kardeşleri kandırıp gelin kıza ortak olma niyetiyle koca adamı vurdu. Kimin ne dediği değil de gelinin gördüğünden anlarız ki üç kardeş bir kadınla erliklerine erlik kattı.
Süt bebesi, -baba amcalarından korunsun diye- yeni baş verirken gebeliğinde büyüyüp, bunların elinde sünen memenin altına saklandı. Adı neydi bilinmez ama tüm köy onu anasının memesinde büyüyen çocuk olarak tanıdı.
Meme bebesinin ardına bu aileye bir bebek daha gelmedi. Buna kızan koca adamlar kıza eziyet etmeye başladığı günlerin birinde gelinin yaptığı kuzu kavurmanın ardına bir daha hiç uyanmadılar.
Feraceye sarınıp, üç yaşına varmamış bebesini memesinin altına alıp dağlara çıkan kadının hala buralarda dolandığını söyleyenler olur. Onu gördüğünü rivayet eden bir sürü avcı oldu. Oğlunun memesinin altında kocaman adam olup anasının bedenine bir olduğunu söyleyenlerde var, bıyıklarını sürmeye başlayan sabiyi bir avcının kaçırıp kapaması yaptığını söyleyenler de. Ama ben en çok anasının memesinde hayatı göremeyip kaçan oğlanın hikayesine: Dağın, tepenin yabanın bir de altı pişmiş memenin zulmünden kaçıp bir başka kadının koynuna sığındığına inanırım.”
Hafta sonu arkadaşlarla nefes alalım, bol bol yürüyelim sevdasına; kanyonu, sık ormanları ve efsaneleriyle ünlü bu şehrin birbirine benzeyen ağaçların arasında yolumuzu kaybettik. Karşımıza ışık gibi çıkan yorgun avcının, korkumuzu, bitkinliğimizi atlatmamız için geniş bir alanda yaktığı ateş bizi ısıtırken, anlattığı hikayeyle önce irkilmiş sonra yaşananlara merak duymuştuk. Biraz dinlendikten sonra adamın ardına düşerek otelimize ulaştık. Bizden ayrılırken elimize küçük bir düdük tutuşturup “kaybolursanız çalın ben sizi bulurum.” diyerek yanımızdan ayrıldı.
“Ne gülüyonuz fallikler, erimi nakşediyorum”
Arkamızdan bağıran kadının çatallı sesine irkildim. İki gündür sürekli karşıma çıkan çeşit çeşit yaşlı kadınların en korkuncu buydu. Birbirini tamamlamayan bir sürü cümle kuruyor, küfürler savuruyor, ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Beynimize vuran nikotin ihtiyacı kadının tacizkar haliyle birleşince sinir hallerime korkuyu karıştırdı. Sigarayı aldığımız dişleri eksik, saçları karmakarış bakkal kadının bir başka çeşidi ardımız sıra geliyordu. İlk günden duyduğumuz efsaneler, buranın ürkütücü haline merak ekledi. Bilmediğimiz yerleri yürüyerek keşfedelim derken cadılar kasabasına düştük.
“Zigara ver zigara”
Dönüp aldığım paketlerden birini avucuna bıraktım. Masmavi gözleri gecenin yarı karanlığında yıldız gibi parlıyordu. İnsanı içine çeken bir hali vardı. Ağzında bir şeyler gevelerken bir çırpıda sigarayı büzülmüş, çatlak dudaklarının arasına yerleştirdi. Dişlerinin arasına sıkıştırdığı sigarayı yercesine içen, dumanını yutarak çeken kadına baktıkça yüzündeki çizgiler derinleşiyor, hatları daha siyahlaşıyor ve ağzı büyüyor gibiydi. Sorgusuz sualsiz konuşmaya başladı. Tüm binalardan kadının sesi yankılanıyordu.
“Zamanın birinde, kimsesizlerin anası Bedra Kadın’ın yolundan giden avareleriz biz. Tüm gördüğünüz bu karılar ve ben vakti zamanında erlerini terk eden bir kuşağın önderleriyiz. Burlarda bir kadın erinin evine girdi mi anasının atasının evinin kapısını unuturdu. Er er olursa, balla börekle besler, er zor olursa işkence kıyamet.
Yıllar önce döl tutmadığından yedi köyden kovulan Bedra Ana geldi. Tüm karıları bir ahıra toplayıp, ‘oğlanlarınızı alıp kaçın,’ dedi. ‘Oğlanları biz yetiştiricez, bundan böyle daha kuvvetli ürüycez,’ dedi. Kocam iyi diyenler bile birkaç posta dayak yemiştir. Canına tak etmiş karıların hepsi takıldı Bedra’nın peşine. Aylak kafa bende. Ben de oğlan yok. Hepi hepsi altı kız. O koca herife bırakıp kaçtım. Sonraları öğrendik ki kalan kızları hep biri almış. Anaları yoksa bebeleri var diyerek tazecik kızları koyunlarına sokmuşlar.
Bizler de aldık oğlanları koynumuza güya aklı başında, karıya değer veren bebeler yetiştiricez. Hepsi oldu ana kuzusu, karnımızın altında bir çıban, git dersin gitmez, gel dersin gelmez, eli iş tutmaz, gözü kız görmez, anca elleri analarının memelerinde bir tuhaf sürü yetiştirdik. Bir gece vakti biz nasıl kocaların koynundan kaçtıysak, oğlanlarda yok olup gittiler. Bedra Kadın da kaybolmuştu. Oğlanları çalmıştı. Hepsini alıp, gitmişti. Kocalar da taze kızları alınca başka köylere, kasabalara göç etti.”
Sabah erkenden yeşilin kahverenginin türlü tonlarını taşıyan doğanın içinde kaybolup, yeniden gün yüzüne çıkıyorduk. Masalların içinde kaybolan Hansel ve Gratel gibi ardımıza bıraktığımız küçük işaretler bize geri dönüş yolunu gösterecekti.
Mola verdiğimiz gölden biraz uzakta, ağaç dallarının arasından gökyüzünü görebileceğim bir yerde toprağın üzerine uzanmış, güneşin gözlerime girişine izin veriyordum. Doğanın körlüğünü yaşadığım anda bir hışırtı duydum. Yılan olabileceğini düşündüğümde, tüylerim diken diken oldu ve o soğuk hayvanlara duyduğum tiksintiyle hızla ayağa kalktım.
Aranmaya başladım. Uzaktan koşarak kaçan, eski püskü eteği savrulan kadını fark edince rahatladım. Köylü kadınlardan biri bizi görüp merak etmiş olmalıydı. Toparlanıp arkadaşların yanına doğru gitmek isterken kanyona bakma sevdasıyla patika bir yolun içine girdim. Dar yola kapılmış, çalılara takılmadan ilerlemeye çalışıyordum.
Biraz ilerledikten sonra dikenli çalının üstünde az önce savrulduğunu gördüğüm eteğin küçük parçası vardı. Bir aşağı bir yukarı giderken yolumu kaybettim. Endişeyle kendi etrafımda dönüp durdum. Kalbim hızla atarken, gözlerim karardı. Ağzım kurumaya başlayınca, çantamda duran suyu bile hatırlayamayacak kadar kendimi yitirdim. Hızlı nefes alıp vermenin sonucu bayılmışım.
Kendime geldiğimde başucumda dudaklarımı, alnımı ıslatan bir kadın vardı. Bir anda yattığım yerden ayağa kalkınca yeniden başım dönmeye başladı. Ağlamaya başladım. İşaret parmağını dudaklarına götürüp sus işareti yapan kadın arkasını döndü. Sesimi çıkarmadan kalktığım yatağa oturdum. Etrafı incelemeye başladım. Ormanda gördüğüm etek tahta duvarda bir çivinin üzerinde asılıydı. Tek oda bir tahta evdi. Her yere çiviler çakılmış, hepsinin üzerinde bir şeyler asılıydı. Kadının derinden gelen sesi, yükselmeye başladı. Ninni söylüyordu. Tatlı, huzur veren bir sesi vardı. Bana doğru dönüp bebeğini getirirken mum alevinde yüzünü gördüm. Bebek sahibi olacak yaşta değildi. Yüzünde çizgiler oluşmaya başlamış, etleri hafiften sarkıktı. Genç kızlığını çok eskilerde bırakan bu kadın koluna aldığını koca memelerini bebek gibi sallıyordu.
– Oğluma bak teyzesi.
– Nerede?
– Burada işte, mememin hemen altında.
– Göremedim.
– Kimseler göremesin, benden alıp götürmesinler diye burada büyütüyorum.
– Yok.
– Al bak, burada!
Memesini kaldırdığında altında kocaman siyah bir leke vardı. Korkudan orada bebek varmış gibi davranmaya çalıştım. Ellerim titriyordu ama sevmek zorunda hissettim. Elimi yaklaştırırken beraberinde mumu oraya doğru çevirdim. Çürümüş, kurumuş bir göbek bağı vardı. Elleyemeden hızla çektim ellerimi. Kadının yeşilden kızıla dönen gözleri, öfkeyle bakıyordu. Karmakarış saçları, dökülmüş kirpikleri, alnının ortasında koca bir yara izi vardı.
– Uyanmasın diye çektim ellerimi.
Bir anda o kocaman korkunç çehrede güller açtı. Gözlerinin ışığı yansıdı gözlerime.
– Kaç yaşında?
– Dün otuz dokuzuna girdi.
– Oradan çıkarsan, zor olmuyor mu?
– Olmuyor, alıştık biz.
– Bırak biraz gezsin.
– Olmaz, götürürler.
– Neden?
Bir yandan lafa tutup, bir yandan nasıl kaçarım diye hesaplamaya çalışıyordum. Dışarı zifiri karanlıktı. Ay bile ışığını çekmişti. Buralarda iki adım gittiğim yerde kaybolmuştum, sabaha kadar kurda kuşa yem olurdum. Vazgeçtim. Çaresiz beni bulmalarını bekleyecektim. Ben kafamdan nasıl giderim hesapları yaparken onun da bana bir şeyler mırıldandığını fark ettim.
“On dördümde ana oldum ben. Okuyacaktım. Nenem, ‘Öğretmen ol sen.’ derdi. On yaşıma varmadan göçtü, gitti. O olsaydı, o adamların koynunda kalmazdım. Anam bir koca karının peşinden gitmeseydi, uğursuz aç köpeklerin eti ben olmazdım. Karıları kaçan koca hayvanlar, babalarımız olacak köpekler kız evlatları pay etmeselerdi, şimdi belki benim de saçlarım seninki gibi kokardı. Oğlum mememin altında değil de koynumda gözümün önünde büyürdü. Buralarda adettir analar oğlan evlatlarını herkesten sakınır. Gelinle ilk geceden gerdeğe girer. Oğlan iş tutarken anası başında bekler. Ben de öyle ana olacaktım. Oğlumu yanımdan ayırmayacaktım. Gelini ben seçecektim. Okula, işe ben hazırlayacaktım. O Bedra karı gelir, analarımızı kandırdığı gibi benden de oğlumu çalar diye alıp dağlara kaçtım. Aha burada mememin altında büyüttüm. Sen oğluma gelin olur musun?”
Bir göbek bağıyla gerdeğe mi girecektim? Kadın konuştukça daha da korkunçlaşıyordu. Olumsuz bir şey dersem çıldırıyor, en ufak iyiliğimde uysal bir hayvana dönüşüyordu. Çaresiz sabaha kadar suyuna gidip, gün aydınlanınca kaçacaktım.
Birkaç saat sonra uykuya yenik düştüm. Gümbürtüyle, deli bir haykırışla, kırılacak güçle çalınan kapının sesine uyandım. Kadın sakince hatta yavaş adımlarla kapıya gitti. Geçen gece bize yolu gösteren avcı, gruptan bir erkek arkadaş ve iki jandarma kapıda dikiliyordu. Arkadaşım beni bulmanın heyecanıyla koşarak içeri girdi. Jandarmalar kadını kolundan tutup çekiştirmeye başladılar. Kadın memesine sarılıp “Oğlum!” diye haykırarak ağlıyordu.
– Bırakın. Yolumu kaybedip ormanda bayıldım. Beni o kurtardı. Sabah kasabaya getirecekti.
Bir anda herkes birbirine baktı. Avcı göz dağı verircesine kadına bakıp, jandarmalara “Bırakalım.” dedi.
– Zararsız bir deli. Kızı da getirecekmiş.
O bakışlarda bir anlaşma olduğunu anlamak zor değildi. Ama merak etmiyordum. Bir göbek bağına eş olmaktan kurtulmuştum. Kadının minnetle bakan gözlerine takılı kaldım. Tam çıkarken “Bekle.” dedi. Gelip boynuma sarıldı. Gizlice kulağıma fısıldadı. “İstediğin zaman gel, düğününüzü ben yapcam.” Yarım yamalak bir gülümsemeyle çıktım.
Arkadaşım jandarmalarla lafa dalmışken, avcı yanıma geldi.
– Şimdi doğruyu anlat bakalım.
– Bayılmışım. Uyandığımda evindeydim.
– Kötü bir şey yaptı mı?
– Ama anlattığın masaldaki kadın o değil mi?
– Evet ama aramızda kalsın.
– Oğlunun yaşadığını sanıyor. Beni gelini yapmak istedi.
Avcının kahkahaları bir süre kesilmedi. Jandarmalar ve arkadaşım merakla bize bakarken, Avcı onlara dönüp; “Ne alem kızmış, benle ava gelecekmiş.” dedi.
– Şimdi sen anlat bakalım Avcı Bey, işin gerçeği nedir?
– Bir masal daha mı anlatayım?
– Gerçekçi olsun.
Gülme sırası bana geçmişti. Keyifli bir sohbeti vardı. Bir süre saçma sapan konuştuk. Sonra durgunlaştı. Elindeki sopasını sürüyerek ilerlemeye başladı.
“O kadın benim annem. Hiçbir şey söyleme, hatta sorma. Artık ben de bu sırrı taşımaktan yoruldum. Gelip geçen bir yolcu bilsin istiyorum. Sen yine anlattıklarımı masal belle. Soran olursa öyle anlat. Ben annemin memesini emmeyi bıraktığımda on üç yaşındaydım. Artık süt gelmez olmuştu. Ama emdikçe ben bir tuhaf olmaya başladım. Anlattığım masaldaki gibi annem amcalarımın zulmünden kaçmak için beni de yanına alıp dağa çıkmış. O evi yaptı. O ev bir iki defa yıkıldı yerine yenisini yaptı. Ormandan ot, yaban hayvan ne varsa getirirdi. Arada kasabaya iner çalar çırpar ne bulursa… Karnım neyle doyardı bilmiyorum. Ama aç kalmazdım. Ben başka bir dünyanın olduğunu hiç bilmedim. Gerçekten de beni memesinde büyüttü. Her kızdığımda, ağladığımda, sorguladığımda ağzıma memesini dayadı. Bedra dedikleri kadının gerçek adını kimse bilmez. Aslında köye gelen bir ebeymiş. Hiç çocuğu olmamış. Kocasından bıkan bu kadınları nasıl kandırdı kimse bilmiyor, bir gece hepsini alıp ortadan kayboldu. Sonraları kadınlar teker teker kasabaya döndü. Meczup gibi! Bedra evlatların hepsini kaçırmış. Akıbeti belli değil. İşte o memelerde tuhaflık hissetmeye başladığım zamanlarda bir gün annemi takip ettim. Beni bağlardı ama ben çözmeyi öğrendim. Hep anlattıklarını bildim. Bazen gazete parçaları getirir okurdu. Tabii ben onların gazete olduğunu çok sonra öğrendim. Birkaç defa gizlice annemi takip edip yolları öğrendim. Onun gitme gelme zamanı belliydi. O gelmeden eve dönüyordum. Bir gün ormanda avcılara rast geldim. İçlerinden biri benimle çok sohbet etti. On beş yaşıma gelmiştim. Saflığımı bilgisizliğimi çözdü. Neden bilmem beni sevdi. İyi arkadaş olduk. Bir gün ona tüm yaşadıklarımı anlattım. Annemi jandarmaya şikâyet edeceğini söyledi, çok korktum. Sonra ne düşündü aklına ne geldi bilmiyorum. ‘Kendi hayatını kurmak ister misin?’ dedi. Onunla şehre geldim. Yanında çalıştım. Okuma yazma öğrendim. Çok ilerisine gidemesem de buradan kurtuldum. Ama buradan kopamadım. İzin zamanlarımda gelir annemi izlerim.”
Bir süre sessizce yüzüne baktım. Ne diyeceğimi bilemedim. Gözleri kızarmış, hafiften ağlamaya başlamıştı.
– Seni tanımadı.
– Evet hala göğsünde yaşadığımı zannediyor. Sahip olduğu tek şeyi ondan çaldım.
– Geri dönsen, söylesen ya da yanına alsan.
– Artık olmaz, yapamam.
– Dönme o zaman buralara, gördükçe üzülmüyor musun?
– Bilmem, aslında pek bir şey hissetmiyorum.
Bir an önce otele gidip. Pılımı pırtımı toplayıp evime dönmek istiyordum. Bir daha ne ben soru sordum ne de o anlattı. Ayrılırken elini sıkıp teşekkür ettiğimde anası gibi gizlice kulağıma eğildi.
“Aslında ben hayvan avlamıyorum. Anasının memesinde büyümeye zorlanan oğlan çocuklarını hayata kaçırıyorum.”