Öykü

ANNEMİ BULDUM – BETÜL EREN

Annesini Buldu, Bulmasına da…

 

Kafede bir masada oturan modern giyimli, genç ve güzel kadın heyecanla kapıdan girecek kişiyi bekliyordu. Kendisinin evlatlık verildiğini öğrendiği günden beri gerçek annesini tanımayı istemiş ve onunla temas kurmuştu. Bugün annesiyle ilk defa bu kafede buluşacak ve nihayet merakı son bulacaktı. Kapıdan giren orta yaşlı kadın, herkese tepeden bakan tavrıyla şöyle bir etrafına bakındıktan sonra, hızla genç kadının yanına gelip;

“Yaprak Hanım siz misiniz?”

“Evet, benim, siz de Ayşegül Hanım değil mi?”

Başını evet anlamında sallayan kadın teklifsizce bir sandalye çekip masaya oturdu ve hemen merakla genç kadını süzmeye başladı. Genç kadın da oldukça endişeli ve tedirgin bir yüzle, kaçamak bir şekilde karşısındaki kadına bakıyordu.  Uzun süren bir sessizliğin ardından masaya gelen garsona siparişlerini verdiler ve yeniden sessizliğe gömülüp birbirlerini incelemeye devam ettiler. Garson gelip masalarına birer kahve bıraktıktan sonra ilk olarak Ayşegül konuşmaya başladı:

“Neden benimle görüşmek için bu kadar ısrar ettin? Habire mesaj atıp durdun. Hiç anlamadım.”

“Seni çok merak ediyordum ve görüşmek istedim.”

“Neden? İşte bunu öğrenmek istiyorum.”

Yaprak, gözlerini karşısındaki kadına dikerek önce kısık, sonra giderek yükselen bir ses tonuyla:

“Beni bırakıp gittiğin kadın var ya, annem yani, bir ay kadar önce öldü ve eşyalarını toplarken seninle yaptığı anlaşmayı buldum.”

“Salak kadın, bir insan böyle bir anlaşmayı neden saklama ihtiyacını duyar ki? diyen Ayşegül, gözlerini karşısındaki genç kadına dikerek sustu.

“Bugüne kadar hiç aklına gelmedi mi bir yerlerde yaşayan ve seni özleyen bir kızının olduğu?”

Ayşegül yüzünde sıkıntılı bir ifadeyle:

“İlahi çocuk, sen ne ilktin, ne de son…”

“Ne demek bu?”

“Anlatayım da öğren o zaman. Gençken yıllarca yumurtalarımı satmıştım ben.”

Yaprak yüzünde dehşete düşmüş bir ifadeyle, “Nasıl yani?” diyebildi.

“Senin gibi en az 10-15 çocuğum daha vardır. Onun için dedim. Sen ne ilktin, ne de son…”

Yaprak kısık bir sesle, “Sen yumurtalarını mı satıyordun?” dedi.

“Evet, ne var ki bunda? O yıllarda çok kız böyle geçiniyordu. Alan razı, veren razı kızım. Bizler bir şirketle çalışıyorduk.  Ama her şey gizliydi. Şimdilerde her şey aleni. Genelde zengin ama evlat sahibi olamayan ailelere veriyorduk yumurtalarımızı.”

Yaprak, kadınla geçirdiği her saniye içindeki korkusu artarak, “Yani benim üvey kardeşlerim de var, öyle mi?” dedi.

“Vardır, vardır. Hiç aramadım, sormadım, erkek bebekler mi, kız bebekler mi onu da hiç bilmem. Bilmek de istemedim zaten.” Ayşegül kesin ve net ifadelerle ve acımasız bir yüzle konuşmayı sürdürüyordu.

“Bari hangi aileler olduğunu biliyor musun?”

“Bilmiyorum tabii… Herhalde ilerde herhangi bir hak iddia etmememiz için o bilgiler bizlerden gizlenmişti.”

Yaprak her geçen saniye, duyduğu çaresizlik giderek artarak, “Acaba nasıllar benim evlatlarım diye hiç aklından geçmedi mi?”

“Valla doğrusu bu ya, hiç geçmedi.”

“Nasıl bir annesin sen? Ben seni hiç anlayamıyorum.” Yaprak giderek ağlamaklı olmaya başlamıştı.

Ayşegül, yüzünde tek bir kas bile oynamadan, soğuk bir ifadeyle, “Ben anne değilim ki, satıcıyım kızım, satıcı.” dedi.

Yaprak gözlerinden süzülmeye başlayan yaşlarla, “İğrenç bir insansın, keşke aramasaydım hiç seni, hiç bulmasaydım.”

“Niye iğrenç bir insan oluyormuşum? Bildiğim kadarıyla hepinizi zengin ailelere verdiler. Sizleri seven aileleriniz oldu. Okutmuşlardır da seni?”

Yaprak konuşamadan sadece başını evet anlamında sallayarak karşılık verdi.

“Senin salak annen var ya, o aptal kadın belgeleri ortada bırakmasaydı sen de bilmeyecektin. Ne beni, ne de yaşananları ve gül gibi yaşayıp gidecektin. Sen beni suçlayacağına anneni suçla kızım.” Ayşegül giderek çirkefleşen bir ses tonuyla kızı hırpalamaya, derinden sarsmaya başlamıştı.

“Ne biçim bir kadınsın sen? Tiksiniyorum senden. Keşke tanımasaydım seni.”

“Benimle tanışmayı sen istedin. Beni sen aradın Unutma!”

Yaprak soracağı sorunun karşısındaki insanda yaratacağı etkiden biraz korkarak, Ya babam?  Babam kim benim, kimliğini biliyor musun? Yoksa sperm bankasından mı alınmış?”

“Ne bileyim ben, kimden alınmış, ne yapılmış. Hiç de sormadım ama muhtemelen baban gerçektir.” Ayşegül, bütün açıklığıyla yaşananları karşısındaki kıza anlatıyordu. Sesinde ve yüzünde hatta davranışlarında en ufak bir pişmanlık sezilmiyordu.

“Allah kahretsin seni. Bir de pişkin pişkin anlatıyorsun. Hayatımı kararttın. Rezil kadın.”

“Orada dur bakalım! Yavaş ol sevgili kızım. Kızmak yok öyle. Mallar mülkler de kalmıştır şimdi sana, onları alırken iyiydi di mi? Senden mal, mülk isteyen de yok. Daha ne? Ama belki bu benim velinimetim der, biraz para tokalarsın. Artık yaşlandım. Yumurtalarım da para etmiyor.” Ayşegül bunları söylerken Yaprak, gözleri faltaşı gibi açılmış tiksintiyle karşısındaki kadını süzüyordu.

“Sana bu kadar benzememeyi isterdim. Saçımdaki sakara kadar sana benziyorum. Ne yazık ki bugünden sonra, aynaya her baktığımda bu gerçek annemin yüzü diyeceğim. Kendimden bile tiksindirdin beni.”

“Ben güzel ve sağlıklı olmasaydım, yumurtalarımı istemezlerdi zaten. Senin doğumun benim genlerimin güzel olmasına bağlı aptal çocuk!”

Yaprak, arayıp sorduğu ve bu kadınla tanıştığı için müthiş bir pişmanlık duyarak, kırık dökük bir sesle;

“Neden sattın bizi?”

“Hop, dur orada. Seni satmadım. Yumurtamı sattım ben. Bizim hiç paramız yoktu. Sefil bir hayat yaşıyorduk. Giyim kuşam çok pahalıydı. Bir pantolon bile alamıyordum. Başka ne yapabilirdim ki?”

“Yani para için öyle mi? Sadece para için?”

Ayşegül’ün gözleri bir an daldı, sonra kendini hemen toparladı ve karşısındaki genç kadının son umutlarını da paramparça ederek;

“Kızım, sen hiç parasızlık çektin mi? Çekmedin… İstediğin bir şeyi alamadığın oldu mu? Olmadı. Çünkü ağzında gümüş kaşıkla doğdun. Zengin ailen sana her imkanı sundu. Sen beni yargılayamazsın çocuk!” diye haykırdı.

“Ya diğer çocuklar? Belki de tanıdıklarım içinde kardeşlerim bile olabilir?”

“Hadi, tam bir Türk filmine çevir bakalım. Hatta kardeşine aşık bile olabilirsin. Di mi?”

“Keşke hiç tanışmasaydık, hiç bilmeseydim seni de tüm bu konuşulanları da.” diyen Yaprak çatal çatal olmuş sesiyle masadan kalkıp gitmeye yeltendi. Kadın birden elini uzatarak genç kadını kolundan oturmaya zorladı.

“Dur bakalım, nereye öyle hemen? Şimdi gelelim bu buluşmanın en önemli kısmına. Bana vereceğin paraya.”

“Ne parası?” diyen Yaprak korkunç bir şeyler geleceğini sezmeye başlamıştı.

“Eee, gerçek annenin kim olduğunu senin eş dost öğrensin istemezsin di mi?” diyen Ayşegül kahkahayla gülmeye başladı.

“Allah seni kahretsin. Sefil kadın!”

“Ah yavrum benim, güzel kızım, şimdi sen bana bir miktar para tosla bakalım. Sonrasında ben seni yine unuturum. Valla bak…”

“Asla vermem…” diyen Yaprak yine kalkmaya yeltenince, bu sefer Ayşegül tırnaklarını kızın kollarına bastırarak konuşmaya başladı.

“Valla sen bilirsin. O zaman bir selfie çekip, sosyal medyada seni de etiketleyip paylaşırım ben de. ‘Yıllar önce benden çalınan kızımı nihayet buldum…’ diye.”

“Yapamazsın ya! Sen benim annemsin, bu kadar da kötü olamazsın.” diyen Yaprak hıçkırarak ağlamaya başladı.

“Sana tam bir gün izin. İban numaramı yolluyorum whatsapp’ına. Haaa, az bir şey de olmasın. Bakalım kimliğine, adına ne kadar önem veriyormuşsun görelim…” diyen Ayşegül masadan kalkıp, kızın yanına geldi ve onun saçlarından öperken, “Canım kızım benim, sevgili yavrum, bak annesine nasıl da yardım edecekmiş…” diye fısıldadı.

Genç kadın olduğu yerden kalkamadan Ayşegül gülerek kafeyi terk etmişti bile ve birkaç saniye sonra, Yaprak telefonuna gelen bir whatsapp mesajının sesi ile irkildi.

 

 

Bir cevap yazın