Öykü

LACİVERT GECENİN İSİMSİZ KADINI-İLKNUR YAYLIMATEŞ

Aşağılanma duygusuyla gözlerinin içi yansa da tuttu kendini. Bu ne suratında patlayan ilk tokattı ne de
sırtını kızartan son kemer. Devasa cüsseli adama korkusuzca parlayan gözlerle baktı. İçi titriyordu
oysa.
“Öldürtecek misin kızım kendini? Bir ergenlik triplerin eksikti. Kaçacak yer yok. Sokağa!..”
Çocuk olamadan kadın olmayı öğrenenlerdendi. Çatı katındaki dairenin gazabından nefes nefese
yasak düşlerin sahnesine fırladı. Bir kendine yetiyordu gücü; o da içinde zırlayan genç kıza saydırdı.
“Bunlar benim günahım değil… Hangisini ben seçtim ki?”
Güneş köşesine çoktan çekilmişti, kaçamak vardı gecenin karanlığında; siyahla dalga geçen lacivert bir
denizde yüzüyordu bulutlar.
On yedi yaşın umutsuz gözleri, parlament mavisi gökyüzüne alayla baktı. Adamın sözleri kulaklarında
çınladı.
“Kaçacak yer yok!..”
Müşterisi bol köşesine doğru kırıtarak yürüdü. Dokuzuncu sokağın renk cümbüşü geceyi
uyuyamayanlara pazarlıyordu sanki. Gümüş renkli zarif çantasından bir sigara çıkardı. Kederden
koyulaşmış mavi gözlerinin kirpikleri nemliydi. Çiçekçi kadınla göz göze geldiler. O da kötü beyaz
erkeklerden zamanında payını almıştı. Kalın bir sesle kıza seslendi.
“İçme şu mereti be güzelim. Öldürür.”
“Sence ben yaşıyor muyum abla?.. Keşke dediğin gibi olsa, işini iyi yapsa.”
Ölüme davetiye derin bir nefes çekti. İki sene olmuştu satılalı; düş kapanının ederi neydi kim bilir? Acı
nikotin dumanını usulca ciğerlerinden lacivert geceye bıraktı.
Sonra onu gördü. Hani kopartıldığı sevgilisine benzeyen esmer yakışıklıyı… Elinde de gecenin
mavisinden bir gül.
Gözleri neredeyse aynıydı; çenesi, boyu posu. Bir de gülümsemesi. Anılar, gerçeklerine tökezledi;
dayaktan çok acıttı canını.
“Bu çiçek?.. Benim mi?”
“Kırmızısını sevenlere pek benzemiyorsun” dedi adam. “Evet senin için.”
Pusu kurulmuş umutları, göz pınarlarını zorladı yine. Unutamamak… Karanlıkta hayalet bir hıçkırık
boğazını tıkadı…
“Ağlamamalıyım!”
“Gözüne toz mu kaçtı senin?”

Gururu elinden alınınca, duyguları da alınmış olmuyordu tabii. Gök kubbe ile aynı tondaki ipek
elbisesini çekiştirdi. “Acı mevzuydu hatırlamak.”
“Anlamıyorum. Bu halin bir dal gül için mi?..”
Hayatın aptal şakası; yüzüne düşen sahte saçlarını düzeltip adama gülümsedi.
“Bir dal gül!.. Kadınları kim anlamış ki? Ama yaklaştın; bu akşam bendensin.”
Gece maviydi, kalbi gül.
“Haydi Kül Kedisi…”
Yüzünü göz yaşlarıyla süsleyemeden, limuzine bindi.
“Camı açar mısınız lütfen?”
Lanet mafyanın gariban mücevheriydi o. Her iki alemin cehennem çiçeği. Masum gençlik hayalleri,
şehrin renkli ışıltılarında çok zaman önce bitirilmişti. Kalbinde saklı el değmemiş tanrıça, geride kalan
bir o anıya kıyamadı. Saklamak için en kara bulutu seçti; sonra düşünü göklere üfledi.

Bir cevap yazın