PORTRE FOTOĞRAFÇILIĞINDA OBSESYON PORTRE
İrem- Bize fotoğraf sanatında portreden bahseder misiniz?
Bülent Fırtına- Öncelikle şunu belirteyim; “Fotoğraf”ı sanat olarak kabul etmeyen/görmeyen bir kısım sanatçılar olduğu gibi sanat dalı olarak kabul eden sanatçılar da bulunmakta. Bu tartışmalar ilk fotoğrafın çekildiğinden bugüne süregelmiştir. Kabul etmeyen kesim; fotoğrafın sadece çekildiği anı kaydeden bir belge olduğu savını öne sürmekte, bu nedenle de var olanın kaydedildiği teknik bir olanak olduğunu kabul etmektedirler. Sanat olarak kabul edenler de; fotoğrafı çekenin, çekilen anda sanatın gerçek öznesi olan insanın yaşamından ve yaşamını etkileyen unsurlardan karma bir olguya sanatçının bakış açısıyla bir yorum ve öykü kattığını savunmaktadırlar. Ben ikinci grubu destekliyorum. Çünkü, tarih boyunca nasıl müzik, şiir, resim, tiyatro gibi sanat dalları oluştuysa insanoğlunun teknoloji yardımıyla içine duygu ve anlatım katabilecekleri yeni sanat dalları oluşturabileceğini düşünüyorum.
Portre konusuna gelince, resim sanatında portre büyük bir yer tutmuştur. Bugün bile Da Vinci’nin “Mona Lisa”sı konuşuluyor. Var olanı ışıkla çizmek/boyamak anlamındaki fotoğraf sanatında ise gerçek olan insanın portresini ışıkla çiziyoruz. Ressamın tuvaline karakalem veya boya kullanarak duyguları ile aksettirdiği portreler fotoğraf ile de resmedilebiliyor. Gezdiğiniz ve böylelikle teşekkürlerinizle bizi onurlandırarak güç kattığınız bu sergide gördüğünüz gibi sanatçı arkadaşlarım portrelerine duygu ve öykülerini başarıyla yansıttılar.
İrem- Portre çalışmasını çekmenize ya da sizi portre fotoğrafçılığına yakınlaştıran sebepler nelerdir?
Bülent Fırtına- Yukarıda söz ettiğim gibi sanatın gerçek öznesi olan insandır. İnsanın yaşamından ve yaşamını etkileyen unsurlardan oluşan kesitler sanatın konusudur. İnsan duygularıyla ve aklıyla yaşamına yön vermektedir. Dolayısıyla insanın büyük oranda suratı/yüzü ruhi durumunu ele vermektedir. Fotoğrafçı ise bu duygu durumunu kendi bakış açısıyla bir yorum ve öykü katarak ışıkla resmetmektedir. Gözlemlerimle Tanrının en büyük eseri olan insanı duygularını açığa çıkartarak öyküsünü izleyene hissettirecek göründüğü gibi resmetmenin kolay olmayacağını kavradım, ancak fotoğrafta zor olanı yapmak sanatçının emeğini değerli kılacaktır diye düşünerek “Portre Fotoğrafı”na ilgi duydum.
İrem- Sizce portre olan mıdır? Yoksa görünmesi gereken midir?
Bülent Fırtına- Nasıl ki ressam portrelerini çizerken portre konusu olan insanı, ışığı da yorumlayarak o insanla ilgili bir öykü olduğunu resme bakanlarda oluşturmak istiyorsa fotoğraf sanatçısı da çektiği portrelerinde aynı esasları uygular. Dolayısıyla “olan” da kimi zaman bir öykünün kesitidir. Bazen de “görünmesi gereken”, yani fotoğrafta bir izlenim veya duygu oluşturulmasının istenmesi fotoğrafçının amacı olabilir. Bu durum fotoğraf sanatçısının kendi ruh haline de bağlıdır. Sanatta kalıp olmaz, sanatçının kendi duygularını, düşüncelerini ve bakış açısını katarak istenen etkiyi yaratabilmesi söz konusudur.
Ben bireysel olarak bu karma sergideki çalışmamda; Mevlana’dan esinlenerek çalışmama “Olduğun Gibi Görün” adını verdim. Amacım, insanın portresini birebir yansıtarak bendeki dıştakinin içtekiyle aynı veya uyumlu olması gerektiği, yani tutarlı bir kişilik yansıtmamız gerektiği şeklindeki duygu ve düşüncemi fotoğraflarımı izleyenlere vermek istedim.
İrem- Obsesyon portre türü hakkında bizleri kısaca bilgilendirir misiniz?
Bülent Fırtına- Aslında Obsesyon kavramı bir ruh ve davranış durumunu ifade ediyor. Bir portre türü olarak kabul edilmemeli, öyle değil zaten. Bu ortak sergimizin kavramı “Obsesyon”. Türkçesi “takıntı” olan bu çalışmamızda; takıntıları olan insanları, takıntılarını ortaya dökücü bir çalışma düşünmedik. Ayrıca, Portre fotoğrafçılığını sınıflandırmak sanatı da kısıtlamalara sokmak gibi olur. Fotoğrafçılar olarak “ben portre çeksem acaba en çok neyi nasıl çekerim?” sorusu kendi “takıntı”mız oldu. Biz portreyi vesikalık çekmek gibi algılamadık. Çektiğimiz portrelerde hangi insan hallerini hangi koşullarda çekmeliyim sorusunun yanıtını aradık. İşte bu bizim takıntımızdı.
İrem- Sizce fotoğrafın yaşama ve sanata sunduğu katkılar nelerdir?
Bülent Fırtına- Fotoğraf, öncelikle bir belge niteliği taşır. Tek bir fotoğraf veya fotoğraf serisiyle çok kısa zaman dilimi içerisinde inanılmaz bilgiler öğrenebilirsiniz. Çekildiği anın öyküsünü verir. Fotoğrafın resmettiği andaki yaşayış, mekan ve insan davranışlarını sanki geriye gidebilmişsiniz ve gözlemliyormuşsunuz gibi hissederek elde edebilirsiniz. O andaki insana ait duygu ve düşünceleri hissedebilirsiniz. Doğanın insan eliyle geçirdiği değişimleri fark edebilirsiniz. Salt bir manzaranın güzelliğini değil, o karenin kapsadığı doğanın daha önceki halini, şimdiki haliyle karşılaştırıp insanoğlunun doğayla gerçek! dostluğunu kavrayabilirsiniz veya kurmaca fotoğraflar ile fotoğraf sanatçısının iç dünyasını keşfedebilirsiniz. Onun insanlık ile ilgili kaygılarını, özlemlerini ve ütopyasını hissedebilirsiniz. Kısaca fotoğraflar yaşama gerçek olan ile hissedilenlerin gösterilmeye çalışıldığı geniş bir perspektifte ortam sunabilmektedir.
İrem- Portre fotoğrafçılığına yeni başlayacaklara tavsiyeniz nelerdir?
Bülent Fırtına- Öncelikle felsefe ve psikolojiye ilgi duymalılar. Gözlem yeteneklerini geliştirsinler. Doğaldır ki bu uzun bir süreç. Okumak ve gözlem yapmak anahtar görevinde. Daha sonra portrede insanları oldukları gibi görsünler. Yaşlı-genç, çirkin-güzel, kadın-erkek ayrımı gözetmeden samimi olduklarını hissettirip karşısındaki ile sağlıklı iletişim kurmayı, onların güvenini kazanmayı müteakip fotoğraflarını çekmeyi ilke edinsinler. Fotoğrafları onları bıktırmadan, zamanlarını çok fazla almadan çekmeleri de çok önemli, ama bu biraz deneyimle kazanılıyor tabi ki.Ve son olarak severek fotoğraf çekin diyorum.
Sizlere de çok teşekkür ediyorum.