bir – iki kişiden, birkaç filmden ve İstanbul’un içinden geçtim – Çağın Özbilgi
bu gece, Santuri Ethem Efendi’nin parmaklarındaki kuş telaşı–
yorgun ateşlerle dikilmiş mazinin alacalı – bulacalı enkazına dadanan–
kulaklarımın pasını silmiş. etraf: siyah – beyaz, baykuşların gözleri: çekik
Akira Kurosawa’nın sekizinci samurayı
benim.
bu gece, Bi Gan filmi gibi geçiyor –gözlerimin önünden
İstanbul Blues. tramvayları devrilen caddelerin hüznü –ağır
romanlarda bile yok. yaşamak! boş bir kağıt gibi katlanmak –zamana
güvercinler: turist rehberi, oteller: tarihçi. beyaz yaprakları sararan gözler
benim.
bu gece, Sebastiâo Salgado’nun evrensel deklanşörüne dokunan dudaklarımda–
gonk sesi –barışın. hayatın bütün açlığı ortadan kalkmışçasına–
yalnızlığı bayrak edinmiş şık bir rüküş: Karaköy. Yüksek Kaldırım’da–
serbest piyasa girişimleri. ıssızlığın kasvetiyle Hayalet Oğuz’a abanan atlı: Pera
ellerindeki kınadan ve kalbindeki yaradan tanındığı için cesur.
o cepheden bu cepheye koşan gölge
benim.
bu gece, şehir hatları vapuruyla birlikte batacak bir dergi adı gibi: Çağın
yokluğun! varlığımı bağışla/ma/sın.